朦朦胧胧 bulanık
Explanation
形容意识模糊不清,或事物界限不分明。
bulanık, belirsiz bir bilinç veya şeylerin belirsiz sınırlarını tanımlar.
Origin Story
一位年迈的画家,在夕阳西下的时候,坐在画架前,他笔下的山峦,不再是之前那般清晰,而是朦朦胧胧,仿佛笼罩着一层薄雾。他回忆起自己年轻时,曾跋山涉水,去寻找创作的灵感。山峦的轮廓,在记忆中清晰可见。如今,时光流逝,他的双眼模糊了,连笔下的景色也变得朦朦胧胧。但他仍然沉浸在创作的乐趣中,用颤抖的双手,勾勒着记忆中的美好。他仿佛回到了年轻的岁月,再次感受到了大自然的魅力,夕阳的余晖洒在他的脸上,也洒在他的画布上,为他的作品增添了一丝神秘的色彩。
Yaşlı bir ressam, güneş batarken şövalesinin önünde oturuyordu. Resmindeki dağlar artık eskisi kadar net değildi, bulanıktı, sanki hafif bir sisle kaplanmış gibiydi. Sanatsal ilham arayışında uzun yolculuk yaptığı gençlik yıllarını hatırladı. Dağların hatları belleğinde hala netti. Şimdi, zamanla birlikte gözleri bulanmıştı ve resmindeki manzara da bulanıklaşmıştı. Ama yine de resim yapmanın zevkini çıkarıyor ve titreyen elleriyle anılarının güzelliğini çiziyordu. Gençlik yıllarına geri dönmüş gibi hissediyordu ve doğanın büyüsünü bir kez daha hissediyordu. Batmakta olan güneşin ışınları yüzüne ve tuvaline düşüyor, eserine bir gizem dokunuyordu.
Usage
用于形容事物或景象模糊不清,或人的意识不清晰。
Belirsiz veya bulanık nesneleri veya sahneleri veya bulanık bir bilinç durumunu tanımlamak için kullanılır.
Examples
-
记忆朦朦胧胧的,想不起来了。
jìyì méngménglónglóng de, xiǎng bù qǐ lái le.
Hafıza bulanık, hatırlayamıyorum.
-
他对未来有着朦朦胧胧的憧憬。
tā duì wèilái yǒuzhe méngménglónglóng de chōngjǐng.
Geleceğe dair belirsiz bir özlemi var.
-
透过薄雾,远处的山峦显得朦朦胧胧。
tòuguò báo wù, yuǎnchù de shānlúan xiǎn de méngménglónglóng.
Hafif sisin arkasından uzak dağlar belirsiz görünüyor.